Ana Sayfa Blog

Bakan Göktaş, KKTC’ye resmi ziyarette bulunacak

0

Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) 15 Ocak 2025 Çarşamba günü resmi ziyarette bulunacak.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, KKTC’ye bulunacağı resmi ziyarette önemli temaslarda bulunacak ve çeşitli etkinliklere katılacak.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, KKTC Meclis Başkanı Ziya Öztürkler ve KKTC Başbakanı Ünal Üstel tarafından kabul edilecek olan Bakan Göktaş, KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sadık Gardiyanoğlu ile de ikili bir görüşme gerçekleştirecek.

Engelli bireylere yönelik hizmet veren Demirhan Engelsiz Yaşamevi’ni ziyaret edecek olan Göktaş, burada sunulan hizmetler hakkında bilgi alacak ve engelli bireyler ile çocuklara yönelik yapılacak çalışmalar konusunda görüş alışverişi ve tecrübe paylaşımında bulunacak.

Bakan Göktaş, ayrıca devlet korumasındaki çocukların ev ortamında yaşayabilmeleri amacıyla hizmet verecek Tangül Ünal Çağıner Sevgi Evi Açılış Töreni’ne katılacak.

V-NOTES yöntemi, kadın hastalıklarının tedavisinde başarılı sonuçlar veriyor

0

Dünyada ilk kez 2016 yılında uygulanan ve gelişen teknolojiyle birlikte giderek daha da yaygınlaşan V-NOTES yöntemi, kadın hastalıklarının tedavisinde başarılı sonuçlar veriyor.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gayem İnayet Turgay, vajinal yani doğal açıklık kullanarak uygulanan bu yöntemin hastalarda yara izi bırakmadan tedavi imkanı sunduğunu söyledi.

Yara izi olmayan bu ameliyat tipinin kozmetik problemlere yol açmadığı için özellikle kadınlar tarafından sıkça tercih edildiğini belirten Op. Dr. Turgay, tedavinin daha az ağrı, daha hızlı toparlanma, erken taburculuk gibi özellikleriyle öne çıktığını vurguladı.

BİRÇOK AVANTAJ SAĞLIYOR

V-Notes tedavisinin hastalara birçok avantaj sağladığını vurgulayan Op. Dr. Gayem İnayet Turgay şu bilgileri verdi: “Vajinal, yani doğal açıklığı kullanarak laparoskobik (kapalı) yöntemle rahim, yumurtalıklar ve tüplere cerrahi işlem yapılabiliyor. Bu yöntemle rahim alma, yumurtalık kisti ameliyatları, tüp bağlama ve dış gebelik ameliyatları, bazı myomların alınması gibi çeşitli müdahaleler avantajlı bir şekilde gerçekleşebiliyor. V- NOTES yöntemi ile yara yeri izi ve ağrısı olmadan ameliyat mümkün olabiliyor. Sosyal yaşam ve hayat kesintiye uğramak zorunda kalmıyor. Hastanede kalış süresi kısa hatta işleme göre günübirlik ameliyat dahi olabiliyor. Yara izi ve ağrısı olmayan bu ameliyat tipi kozmetik problemlere yol açmadığından artık sıkça tercih ediliyor. Ameliyatların hem psikolojik hem de sosyal stresi göz önüne alındığında V- NOTES kadın hastalıkları ameliyatları için iyi bir tercihtir. Uygun teknoloji ve deneyimli ekiplerle V-NOTES cerrahisi hastalar için iyi bir alternatiftir”

V- NOTES DA YAŞ SINIRI BULUNMUYOR

Op. Dr. Gayem İnayet Turgay, “V- NOTES yönteminde laparoskobik cerrah işlemi, vajinal yoldan girilerek yapıldığı için herhangi bir organ delinmiyor. Apandistten safra kesesi alınması ameliyatlarına kadar birçok tedavide kullanılıyor. Hastaya konfor sağlıyor, ağrı kesicilere de ihtiyaç duyulmuyor. Bu durum tedavi başarısını da olumlu etkiliyor. Bazı hastalar ani gelişen jinekolojik operasyonlardan çekinebiliyorlar. V- NOTES yöntemi ameliyat korkusunun üstesinden gelmek için psikolojik avantaj da sağlıyor. Bu yöntemde bir yaş sınırı bulunmuyor. Her myom tipine uygun olmayabiliyor, buna hekim muayenesiyle hastanın genel durumuna göre karar veriliyor. Obez hastalarda kullanılması da uygun. Hatta sanılanın aksine avantajlı. Çünkü karında kesi olmadığı için yara yeri enfeksiyonu da olmuyor, kalın yağ dokusu da delinmiyor. Daha önceden batın cerrahisi geçirmiş olmak da bu ameliyata engel olmuyor” diye konuştu.

Op. Dr.Turgay, son olarak şunları söyledi: “Bu yöntemle ilgili kadın doğum hekimlerine eğitimler veriliyor. Farklı merkezlerde de uygulanmaya başlandı. Ben de bu yöntemi Türkiyede ilk uygulayan hekimlerden biriyim. V-NOTES yapabilmek için hem vajinal cerrahide hem de laparoskopide uzman olmak gerekiyor. Bu alanda deneyim sahibi hekimlerin tercih edilmesi de önem taşıyor”

Baş Ağrısı ve Göz Sağlığı Arasındaki Bağlantı

Günlük yaşamda sıkça karşılaşılan baş ağrıları, çoğu zaman göz sağlığı ile doğrudan ilişkilidir. Birçok kişi baş ağrısının sadece yorgunluk, stres ya da migren gibi genel sebeplerden kaynaklandığını düşünür. Ancak göz sağlığı ile bağlantılı baş ağrıları genellikle göz ardı edilir ve bu durum birçok bireyin yaşam kalitesini ciddi şekilde olumsuz etkileyebilir. Peki, baş ağrısı ile göz sağlığı arasındaki bu gizemli bağ nedir ve nasıl önlenebilir? Bu sorunun cevabını, Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Kürşat Çağın’dan öğrenelim.

Baş ağrısı, göz sağlığıyla ilişkili olduğunda genellikle gözlerdeki zorlanma ve rahatsızlıklardan kaynaklanır. Göz sağlığı, görme fonksiyonlarını etkileyecek birçok farklı durumu içerir. Bu durumlar göz kaslarının aşırı çalışmasına, görsel odaklanma sorunlarına veya göz içindeki basınç artışına yol açabilir. Göz sağlığına dair yaşanan sorunlar baş ağrılarını tetikleyebilir, bu da kişi üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik bir baskı oluşturur. İşte göz sağlığınızla baş ağrıları arasında güçlü bir ilişki olabilecek bazı durumlar:

1. Görme Kusurları

Miyopi, hipermetropi  veya astigmatizm gibi görme bozuklukları, gözün ışığı doğru şekilde odaklayamaması sonucu ortaya çıkar. Göz, görüntüleri doğru şekilde algılayabilmek için daha fazla çaba sarf eder. Bu sürekli çaba, göz kaslarının aşırı çalışmasına neden olur ve baş ağrısı yaratabilir. Özellikle gözlük veya lens kullanmayan ya da yanlış numara kullanan kişilerde bu durum daha sık görülebilir.

2. Yanlış Gözlük veya Lens Kullanımı

Gözlük ya da lens kullanıyorsanız, doğru numaraları kullanmak büyük önem taşır. Uygun olmayan gözlük numaraları ya da yanlış lens seçimi, gözün sürekli olarak odaklanmaya çalışmasına yol açar. Bu, göz kaslarının gerginleşmesine ve baş ağrılarının oluşmasına sebep olabilir. Ayrıca, lenslerin düzgün takılmaması veya bakımlarının yapılmaması da gözde rahatsızlık oluşturabilir ve bu da baş ağrılarına yol açabilir.

3. Göz Yorgunluğu (Dijital Göz Yorgunluğu)

Teknolojinin hayatımızın her alanına entegre olmasıyla birlikte, bilgisayarlar, tabletler ve telefonlar gibi ekranlara uzun süre bakmak, göz kaslarının yorulmasına yol açabilir. Ekranlar, gözlerimizi sürekli olarak odaklanmaya zorlar ve bu durum göz yorgunluğuna neden olur. Dijital göz yorgunluğu, genellikle alında ve şakaklarda hissedilen baş ağrılarıyla kendini gösterir. Ayrıca, gözlerde kuruluk, bulanık görme veya gözlerde batma gibi rahatsızlıklar da eşlik edebilir.

4. Göz Tansiyonu (Glokom)

Göz içi basıncının normalden yüksek olması, glokom adı verilen bir durumu ortaya çıkarabilir. Glokom, gözde baskı hissine, görme kaybına ve baş ağrılarına yol açabilir. Bu hastalık çoğu zaman belirti vermediği için erken teşhis oldukça önemlidir. Göz içi basınç arttıkça, görme sinirlerinde kalıcı hasar meydana gelebilir ve bu da ilerleyen dönemlerde kalıcı görme kaybına yol açabilir. Baş ağrıları, özellikle göz çevresinde yoğun bir baskı hissiyle birleştiğinde, glokom belirtisi olabilir ve derhal bir göz doktoruna başvurulmalıdır.

5- Konverjans Yetmezliği

Konverjans yetmezliği, göz kaslarının, özellikle de medial rektus kasının, yakın mesafedeki nesnelere odaklanırken gerektiği kadar etkili bir şekilde kasılmaması durumudur. Normalde, bir nesneye yakın mesafede odaklanırken gözler doğal olarak birbirine yaklaşır. Ancak konverjans yetmezliği yaşayan kişilerde, bu kaslar yeterince güçlü çalışmaz ve gözler paralel kalmaz. Bu durum, bulanık görme, göz yorgunluğu ve özellikle yakın mesafelere odaklanmaya çalışırken baş ağrıları gibi şikayetlere yol açar. Baş ağrıları, göz kaslarının yeterince uyumlu çalışmaması nedeniyle gözlerdeki gerilme ve yorgunluktan kaynaklanabilir ve genellikle uzun süre yakın odaklanma gerektiren aktivitelerden sonra daha belirgin hale gelir.

6-Presbiyopi

Presbiyopi, yaşlanmaya bağlı olarak yakın mesafedeki nesnelerin net bir şekilde görülememesi durumudur. Bu durum, hipermetropi ile benzer semptomlar gösterse de, iki durumun sebepleri farklıdır. Hipermetropide gözün ön kısmı (kornea) ile arka kısmı (retina) arasındaki mesafe kısadır ya da göz merceği düzleşmiştir, ve bu genellikle genetik bir durumdur. Presbiyopi ise göz merceğinin esnekliğinin yaşla birlikte azalması nedeniyle meydana gelir. Esneklik kaybı, kişilerin yakın nesnelere odaklanmasını zorlaştırır. Presbiyopinin belirtileri arasında baş ağrıları, özellikle yakın okumalar veya detaylı işler sırasında gözlerdeki zorlanmaya bağlı olarak baş gösteren ağrılar, gözlerde yorgunluk, genel bitkinlik hissi ve yakın mesafede bulanık görme yer alır. Uzun süre yakın odaklanma gerektiren aktiviteler, baş ağrılarının daha da şiddetlenmesine yol açabilir.

 

Baş Ağrısını Önlemek İçin Göz Sağlığına Dikkat Edin

Göz sağlığınız ile baş ağrıları arasındaki ilişkiyi anlamak ve baş ağrılarını önlemek için birkaç basit ama etkili önlem alabilirsiniz. İşte göz sağlığınızı koruyarak baş ağrılarının önüne geçebileceğiniz bazı ipuçları:

1. Düzenli Göz Muayenesi Yaptırın

Görme kusurlarının, göz hastalıklarının ve diğer göz rahatsızlıklarının erken tespiti, baş ağrılarının önlenmesine yardımcı olabilir. Yılda en az bir kez göz doktoruna gitmek ve düzenli göz muayenesi yaptırmak, potansiyel sorunları erken aşamada belirlemek için oldukça önemlidir. Bu, göz kaslarının aşırı zorlanmasını engeller ve baş ağrılarının önüne geçebilir.

2. Ekran Süresini Sınırlayın

Modern dünyada dijital cihazlar hayatımızın her alanına girmiş durumda. Bilgisayarlar, telefonlar ve tabletler saatlerce kullanıldığında gözlerimiz yorulabilir. Bu yüzden, ekran başında geçirdiğiniz süreyi sınırlamanız çok önemlidir. 20-20-20 kuralını uygulayarak gözlerinizi dinlendirebilirsiniz. Her 20 dakikada bir, 20 saniye boyunca 20 metre uzağa bakarak göz kaslarınızı rahatlatabilirsiniz.

3. Doğru Gözlük ve Lens Seçimi

Gözlük veya lens kullanıyorsanız, göz doktorunuz tarafından yapılan muayene sonucu belirlenen doğru numarayı kullanmaya özen gösterin. Yanlış numaralı gözlük ya da lens kullanmak, göz kaslarının gereksiz yere zorlanmasına ve baş ağrılarının oluşmasına yol açabilir. Ayrıca, lenslerinizi her gün düzgün şekilde temizlemeli ve doğru şekilde takmalısınız.

4. Işığı Düzgün Ayarlayın

Gözlerinizin rahat çalışabilmesi için çalışma veya okuma alanlarındaki ışıklandırmaya dikkat edin. Zayıf ışıkta uzun süre çalışmak gözleri yorar ve baş ağrısına sebep olabilir. İdeal olarak, gözlerinizi yormayacak, yeterli ışık kaynağını sağlamak önemlidir. Aynı zamanda, ekranlarda da fazla parlama olmasını engellemeye çalışın.

Ne Zaman Doktora Başvurmalısınız?

Baş ağrılarınız sık sık tekrarlıyor ve bunlara gözlerde batma, bulanık görme, gözlerde kızarıklık, ışığa karşı hassasiyet gibi belirtiler de eşlik ediyorsa, bir göz doktoruna başvurmanız gerekebilir. Özellikle göz içi basınç artışı, glokom gibi ciddi hastalıkların belirtisi olabilir ve hızlı bir müdahale gerektirir. Eğer baş ağrılarınızın kaynağının göz sağlığıyla ilgili olabileceğinden şüpheleniyorsanız, ihmal etmemeniz ve uzman bir doktora danışmanız çok önemlidir.

Gözlerinizi ve Sağlığınızı Korumak İçin Önlem Alın

Baş ağrısı ve göz sağlığı arasındaki bu önemli bağlantıyı göz ardı etmemek, sadece yaşam kalitesini artırmakla kalmaz, aynı zamanda daha ciddi sağlık sorunlarının önüne geçmenize de yardımcı olabilir. Göz sağlığınızı korumak için düzenli göz muayeneleri yaptırın, ekran sürenizi sınırlayın ve doğru gözlük ya da lens kullanmaya özen gösterin. Sağlıklı gözler, sağlıklı bir yaşamın temelidir!

Kolesterol düşürücü tedavide kişiselleştirilmiş yaklaşım dönemi başladı!

0

Son dönemde ülkemizde genç yaşta yaşanan kalp krizi vakaları, kolesterol yüksekliği ve tedavi yöntemlerini tekrar gündeme taşıdı. Prof. Dr. Özlem Esen, kolesterol tedavisinde kişiselleştirilmiş yaklaşımın önemine vurgu yaptı.

Kolesterolün rolü ve tehlikeleri

Prof. Dr. Esen, kolesterolün vücut için hayati önem taşıyan bir yapı taşı olduğunu, ancak yüksek seviyelerinin damar sertliği ve kalp-damar hastalıklarına zemin hazırladığını belirtti. LDL (kötü kolesterol) seviyesinin yüksekliğinin özellikle kalp krizi, inme ve ani ölüm riskini artırdığını ifade etti.

“Kolesterol düşürücü ilaçlar, damar sertliğine bağlı olayları, yani kalp krizi, inme ve ölüm oranlarını %25 oranında azaltmaktadır. Bu tedavilerin etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmıştır,” diyen Prof. Dr. Esen, kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının altını çizdi.

Türkiye’deki durum ve ailevi kolesterol yüksekliği

Türkiye’de kolesterol yüksekliğinin sıklıkla hareketsizlik ve obezite ile birleştiğini söyleyen Prof. Dr. Esen, ailevi hiperkolesteroleminin daha yaygın olduğunu dile getirdi. “Bu durumdaki bireylerin kalp krizi riski sağlıklı bireylere göre yaklaşık 20 kat daha yüksektir,” diyen Esen, LDL seviyesinin yüksek olduğu durumlarda erken tanının hayati önem taşıdığını vurguladı. Türkiye gibi yüksek riskli ülkelerde yaşayan bireylerin, düşük riskli ülkelerde yaşayanlara göre daha fazla dikkat etmesi gerektiğini belirtti.

Her ülkede risk farklı

Kolesterol değerlendirmesinde artık kan örneklerinin aç karnına alınmasının gereksiz olduğunu belirten Prof. Dr. Özlem Esen, tedavide bireysel ve toplumsal risk haritalarının önemine dikkat çekti. Esen, “Sadece çok yüksek trigliserit değeri olan hastaların kan örneği aç olarak alınması gerekiyor,” dedi.

Ayrıca, herkesin hayatında bir kez Lipoprotein a (Lpa) düzeyini ölçtürmesinin önemini vurgulayan Esen, son gelişmelerle birlikte hedeflenen kolesterol değerlerinin ve ilaç dozlarının bireysel risklere göre belirlendiğini ifade etti. Esen, bu noktada ülkeler arası farklılıkların önem kazandığını belirtti ve örnekler verdi: “Ülkelere özel toplumsal kalp hastalığı risk haritaları tedavide belirleyici oluyor. Örneğin, Belçika, Danimarka ve Fransa düşük riskli ülkeler arasında yer alırken, Türkiye, Macaristan, Polonya ve Hırvatistan yüksek riskli ülkeler olarak değerlendiriliyor. Aynı yaşta, aynı kolesterol ve tansiyon değerlerine sahip iki erkek bireyin, Danimarka ve Türkiye’deki risk seviyeleri farklılık gösteriyor. Bunun yanı sıra, kalp krizi geçirmiş, diyabet veya böbrek hastalığı olan bireyler, çok yüksek risk grubuna giriyor.”

Yeni tedavi dönemi ve psikososyal etkenler

Artık herkes için aynı tedavinin uygulandığı dönemin geride kaldığını ifade eden Esen, bireylerin sosyal izolasyonu ve psikososyal stres durumlarının dahi tedavi planlamasında göz önüne alınması gerektiğini belirtti. Kolesterol değerlerini riskli kılan önemli bir kavramın, bireyin sosyal hayatı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Esen, şu bilgileri paylaştı:

“Bir kişinin sosyal olarak ne kadar izole olduğu veya psikososyal stres altında olup olmadığı, kolesterol riskini etkileyen ancak sayısal olarak ölçülmesi zor faktörler arasında yer alıyor. Bu durumlar, ayrıntılı görüşmelerle tespit edilebiliyor. Ayrıca eşlik eden psikiyatrik hastalıklar, migren ya da bağışıklık sistemini etkileyen rahatsızlıkların varlığı da mutlaka göz önünde bulundurulmalı. Her bireyin parmak izi nasıl farklıysa, kalp-damar riski ve kolesterolü de farklıdır.”

Kolesterol hakkında doğru bilinen yanlışlar

Prof. Dr. Esen, kolesterolle ilgili toplumda doğru bilinen yanlışlara da değindi 7 madde de özetledi:

  1. Yalnızca yediklerimizden kolesterol alırız
    Kolesterolün büyük bir kısmını karaciğer üretir. Beslenme, toplam kolesterol seviyesinin yalnızca %15-20’sine katkıda bulunur.
  2. Kolesterol Yüksekliği Yalnızca Yaşlılarda Görülür
    Kolesterol yüksekliği her yaş grubunda görülebilir. Genetik faktörler ve yaşam tarzı genç yaşlarda da sorunlara yol açabilir.
  3. Kolesterol Seviyesi Yükselirse Hemen İlaç Kullanılmalı
    İlaç tedavisi gerekebilir ancak sağlıklı beslenme, egzersiz ve stres yönetimi genellikle ilk adımdır.
  4. Kolesterol Sorunu Olanlar Yumurta Yememelidir
    Yumurta sarısı kolesterol içerir ancak ölçülü tüketildiğinde zararlı değildir. Önemli olan diyetin genel dengesidir.
  5. Bitkisel Yağlar Kolesterol İçermez ve Tamamen Güvenlidir
    Bitkisel yağlar trans yağlar içerebilir. Özellikle ayçiçek yağı ve hindistancevizi yağı doğal olsa da kalp sağlığı açısından risk oluşturabilir.
  6. Kolesterol Düşürülürse Kalp Hastalıkları Riski Ortadan Kalkar
    Kolesterol seviyelerini düşürmek riski azaltır ancak sigara, yüksek tansiyon ve genetik faktörler gibi diğer etkenler de göz önünde bulundurulmalıdır.
  7. Kolesterol Ölçümü Sadece Aç Karnına Yapılır
    Modern yöntemlerle toplam kolesterol ve LDL ölçümleri için açlık şart değildir. Bu, yalnızca trigliserit seviyesi yüksek olan bireyler için gereklidir.

Kolesterol düşürücü ilaçların faydaları

Kolesterol düşürücü ilaçların kullanımını “kalp krizine karşı emniyet kemeri” olarak tanımlayan Prof. Dr. Esen, bu ilaçların kalp krizi riskini azalttığını, felçten koruduğunu ve yaşam kalitesini artırdığını ifade etti. “Sağlık bir bütündür,” diyen Esen, ilaç tedavisinin sağlıklı beslenme ve düzenli egzersizle desteklenmesi gerektiğini belirterek, herkesin bireysel özellikleri doğrultusunda tedavi edilmesinin önemini vurguladı.

Yan etkileri ve dikkat edilmesi gerekenler

Her ilaçta olduğu gibi, kolesterol düşürücü ilaçların da yan etkileri olabileceğine dikkat çeken Esen, “Kas ağrıları, karaciğer enzimlerinde yükselme ve nadiren de olsa kan şekerinde artış bu ilaçların bilinen yan etkilerindendir. Bu nedenle, kolesterol düşürücü ilaçların kullanımı doktor kontrolünde olmalı ve düzenli takip gerektirir.  Hastayı bütün yönleriyle inceleyip ele alan bir doktor tarafından söylenmesi tabii en doğru yaklaşım olacaktır.” diye konuştu.

Gözlerini Çok Ovuşturanlar Keratokonus Riski Taşıyor

Doç. Dr. Bilgehan Sezgin Asena, gözlerini çok ovuşturan kişilerin görme bozukluğuna neden olan keratokonus hastalığı açısından risk grubunda yer aldığını söyledi.

Hastalığın 15-25 yaş arasında başladığını belirten Asena, keratokonus hastalığının erken dönemde fark edilmesinin güç olduğunu dile getirdi.

Hastalık hakkında bilgi veren Doç. Dr. Bilgehan Sezgin Asena, “Keratokonusun bir gençlik hastalığı olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle 15-25 yaş arasında başlamakta ve ilerlemektedir. Ancak 15 yaşından önce de görebilmekteyiz.Keratokonus bir kornea hastalığıdır. Kornea gözün en önünde yer alan saydam tabakadır. Keratokonus hastalığında bu tabakada sivrilme ve incelme olmaktadır. Bu sivrilme ve incelme ilerleyicidir ve görmenin giderek kötüleşmesine sebep olur. Bu hastalıkta korneanın yapısal bir şekil bozukluğu söz konusudur. Keratokonus kelimesi de konikleşmiş kornea anlamına gelmektedir. Yaygınlık açısından 2 bin kişide bir rastlanmaktadır” diye konuştu.

ERKEN TANI ÖNEMLİ

Keratokonusun nedeni tam olarak bilinmediğini kaydeden Doç. Dr. Asena, şunları söyledi: “Hastalık 35- 40’lı yaşlara kadar ilerlemekte ve bu yaşlardan sonra kendi kendine durmaktadır. Keratokonusun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu hastalığa yatkınlık oluşturduğunu bildiğimiz en önemli faktör alerjik göz yapısına bağlı sürekli göz ovuşturulmasıdır. Keratokonuslu kişiler genellikle alerjik göz yapısında insanlardır ve küçüklükten beri sürekli göz ovuşturma hikayesi vardır. Ancak burada korneanın yapısal bir göz bozukluğu söz konusudur. Sürekli gözü ovuşturma tetikleyici olabilse de asıl sorun korneanın yapısal bozukluğudur. Bu hastalığın tam olarak genetik bir hastalık olduğunu söyleyemeyiz. Yatkınlık olmakla birlikte yapılan araştırmalarda hastaların ancak yüzde 10 ile yüzde 20 arasında genetik olarak gelmiştir”

ÇAPRAZ BAĞLAMA TEDAVİSİ

Çapraz bağlama (cross linking) tedavisiyle hastalığın ilerleyişi durdurulabildiğini belirten Doç. Dr. Bilgehan Sezgin Asena, tedavide erken teşhisin önemli olduğunu kaydetti.

Doç. Dr. Asena sözlerine şöyle devam etti: “Çapraz bağlama tekniğiyle özel bir damla kullanılarak ve ultraviyole ışınları uygulanarak kornea dediğimiz dokunun sağlamlaştırılması gerçekleştirilebiliyor. Bu sağlamlaştırma sayesinde korneadaki ilerleyici incelme ve sivrilmeyi durdurabiliyoruz. Tedavinin yüzde 90’ın üzerinde başarı oranı var. Bunun için hastalığın çok ilerlememesi gerekiyor ve erken tanı önemli. Mevcut durum korunduktan sonra görmeyi artırmak için gözlük veya lens kullanımı erken dönemde faydalı olabiliyor. Daha çok sert kontak lensler görme seviyesini artırabiliyor. Son dönemde keratokonusa özel hibrit lensler üretilmiştir ve bunlar da hastalarda iyi sonuçlar elde edilebilmektedir. Lens kullanamayan hastalara korneal halka ameliyatı önermekteyiz. Bu ameliyatla görmede lensin yarattığı etkiye benzer bir sonuç elde edilebilmektedir. Çok ileri olgularda ise tedavi seçeneği keratoplasti adını verdiğimiz kornea nakli ameliyatıdır”

Uzmanından Uyarı: Depresyon Vakaları Endişe Verici Şekilde Artıyor

0

Depresyon, bireylerin kendini psikolojik olarak iyi hissetmediği, çok uzun süreler devam edebilen ve günlük hayatı etkileyen ruhsal bir bozukluktur. Bu psikolojik rahatsızlığın birey üzerine bıraktığı etkileri ve tedavi sürecini Dr. Öğr. Üyesi Davut Genç önemli yerlere değinerek detaylandırdı.

‘Depresyon Yaygın Bir Ruhsal Sağlık Sorunu’
Depresyon, bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel sağlığını derinden etkileyen yaygın bir ruhsal sağlık sorunudur. Bu durum, kişinin günlük hayatını önemli ölçüde zorlaştırabilir ve yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürebilir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünya genelinde yaklaşık 264 milyon insan depresyondan muzdariptir. Bu yaygınlık, depresyonun sadece bir moral bozukluğu değil, ciddi bir tıbbi durum olduğunu açıkça göstermektedir.
 

En Belirgin Belirtisi ‘Umutsuzluk Hissi’
Depresyonun belirtileri çok çeşitlidir ve her kişide farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Sürekli bir üzüntü, boşluk ya da umutsuzluk hissi en belirgin belirtilerden biridir. Bu duyguların yanında, bireyin daha önce keyif aldığı aktivitelere karşı ilgisini kaybetmesi de yaygındır. Fiziksel belirtiler arasında enerji eksikliği, sürekli yorgunluk, uyku düzeninde bozulmalar (uykusuzluk veya aşırı uyuma), iştah değişiklikleri (aşırı yeme veya iştahsızlık) ve buna bağlı olarak kilo değişiklikleri bulunur. Ayrıca, baş ağrıları ve sindirim sorunları gibi açıklanamayan fiziksel şikayetler de depresyon belirtileri arasında yer alabilir. Zihinsel belirtiler de oldukça önemlidir; kişi konsantrasyon zorluğu, karar verme güçlüğü, geleceğe dair karamsarlık ve umutsuzluk hissedebilir. En ciddi belirtilerden biri ise ölüm ya da intihar düşünceleridir. Bu tür düşünceler, depresyonun ciddiyetini ve aciliyetini gösterir ve mutlaka dikkate alınmalıdır.
 

‘Ailede Depresyon Görülmesi Bireyi Daha Da Etkilemekte’
Depresyonun tek bir nedeni yoktur ve genellikle birden fazla faktörün birleşimi sonucunda ortaya çıkar. Biyolojik, psikolojik ve çevresel etkenlerin etkileşimi, depresyonun oluşumunda önemli rol oynar. Genetik yatkınlık, depresyonun biyolojik nedenleri arasında sayılır; ailesinde depresyon öyküsü olan bireylerde bu rahatsızlığın görülme riski daha yüksektir. Beyindeki kimyasal dengesizlikler (serotonin, norepinefrin ve dopamin) de depresyon riskini artırabilir. Psikolojik ve sosyal etkenler de depresyonun nedenleri arasında önemli yer tutar. Travmatik yaşam olayları, sevilen birinin kaybı, iş kaybı, ekonomik zorluklar veya ciddi hastalıklar gibi durumlar depresyon riskini artırabilir. Çocuklukta yaşanan travmalar ve kötüye kullanım da depresyonun gelişiminde rol oynayabilir. Sosyal izolasyon ve yalnızlık bu durumu daha da kötüleştirebilir. Ayrıca, sürekli olumsuz düşünceler ve düşük özgüven, depresyonun ortaya çıkmasını tetikleyebilir.
 

‘Tedavisi Kişiye Özel Olmalı’
Depresyon tedavisinde erken müdahale ve kişiye özel tedavi planları oldukça önemlidir. Psikoterapi, depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Antidepresanlar, depresyon tedavisinde sıkça kullanılan bir başka yöntemdir. Beyindeki kimyasal dengesizlikleri düzeltmeye yardımcı olan bu ilaçlar, genellikle birkaç hafta içinde etkilerini göstermeye başlar. Ancak, antidepresanlarla ilgili toplumda yaygın bazı önyargılar bulunmaktadır. Örneğin, birçok kişi antidepresanların bağımlılık yapıcı olduğunu düşünür. Oysa ki, antidepresanlar, doğru kullanıldığında bağımlılık yapmazlar. Bir başka önyargı ise antidepresanların kişiliği değiştirdiği yönündedir. Gerçekte, antidepresanlar depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olur ve kişinin kendisini daha iyi hissetmesini sağlar, kişiliğini değiştirmezler. Bazı kişiler de antidepresanların etkisiz olduğunu ya da sadece bir “plasebo” etkisi yarattığını düşünür. Ancak, birçok bilimsel araştırma, antidepresanların depresyon tedavisinde etkili olduğunu kanıtlamıştır. Bu ilaçlar, depresyonun biyokimyasal bileşenlerini hedef alarak, kişinin günlük işlevlerini geri kazanmasına yardımcı olabilir.
 

Meditasyon, Yoga Ve Nefes Egzersizleri Depresyona İyi Geliyor
Yaşam tarzı değişiklikleri de depresyon belirtilerini hafifletebilir. Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve yeterli uyku, depresyonun etkilerini azaltmada önemli rol oynar. Alkol ve madde kullanımından kaçınmak da tedavi sürecini destekler. Stresi azaltma teknikleri arasında meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri sayılabilir. 
 

‘Profesyonel Yardım En Önemli İlk Adım’
Depresyon belirtileri gösteren kişilerin bir sağlık profesyoneline başvurmaları önemlidir. Erken teşhis ve tedavi, depresyonun etkilerini minimize edebilir ve kişinin yaşam kalitesini artırabilir. Destek aramaktan çekinmeyin; depresyon tedavi edilebilir bir durumdur ve profesyonel yardım almak bu sürecin en önemli adımıdır. Unutmayın, yalnız değilsiniz ve yardım istemek güçsüzlük değil, aksine önemli bir adımdır. Kendi sağlığınıza ve iyiliğinize değer verin; gerekli desteği arayarak daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşabilirsiniz.
 

Alver: Bulaş yaşı çocukluk çağına kadar indi

0

İnsanlık son yıllarda çeşitli enfeksiyon hastalıkları ile mücadele ediyor. Uzmanlar gözden kaçan en önemli salgının Helicobacter pylori olduğunu ifade ediyor. Mikrobiyolog Dr. Öğr. Üyesi İpek Ada Alver, günümüzde mide ve bağırsak kanserlerinde giderek artış olduğunu belirterek, bundaki en önemli etkeninin Helicobacter pylori adı verilen bir bakteri olduğunun altını çizdi. Dr. İpek Ada Alver, “Mide ve bağırsak kanserlerinde genetik faktörler, stres, beslenme düzeni, sigara ve alkol gibi maddelerin tüketimi ile birlikte pek çok faktör etken yer alsa da bu bakteri, midenin yüksek asidik içeriğine bile dayanıklı olup önce gastrite daha sonrasında ülsere ve sonrasında da ülserasyonlarla birlikte mide ve bağırsak kanserlerine neden oluyor.” açıklamasını yaptı. Ayrıca Helicobacter pylori bakterisinin tedavide kullanılan antibiyotiklere de hızlı direnç mekanizmaları geliştirdiğini vurgulayan Dr. İpek Ada Alver, “İnsan sağlığı için çok tehlikeli bir hale geldi. Oysa çağımızın aslında göz ardı edilen en önemli pandemisi olarak görülmesi gerekir.” diyerek önemli bir uyarıda bulundu.

“Bulaş yaşı çocukluk çağına kadar indi”

Helicobacter pylori baktesinin yaş, cins, ırk ayırt etmeksizin her yaşta görülebildiğini belirten İpek Ada Alver, “Helicobacter pylori’nin tutulum gösterdiği mide ve bağırsak dokusunun inflamasyonuna dair şikayetler artık erken çocukluk döneminde bile gözlemlenebiliyor. Bu nedenle bulaş yaşının çocukluk çağına kadar inmesi endişe verici. Çünkü tedavide birden fazla antibiyotik kullanımı gerektiriyor. Erken yaşta yakalanmak hem antibiyotik kullanım yaşını düşürecek hem de ilerleyen yaşlarda mide ve bağırsak kanseri risk oranını arttırmış olacak.” diyerek uyarılarını sürdürdü.

İnatçı demir eksikliği aneminiz varsa sebebi Helicobacter pylori olabilir!

Helicobacter pylori bakterisinin inatçı ve fırsatçı bir patojen olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi İpek Ada Alver, “Midede yanma, ağrı, şişkinlik, gaz, hazımsızlık, regürjitasyon (ağza acı su gelmesi), mide bulantısı, mide kazınması, geğirme, ağız kokusu, anemi (kansızlık), dışkılamada problemler ve kanlı dışkılama gibi şikayetler mevcutsa Helicobacter pylori bakterisinin neden olduğu enfeksiyona dayalı semptomlar yaşadığınız anlamına gelir. Özellikle inatçı demir eksikliği anemisi olan ve tekrarlayan vitamin eksikliği yaşayan bireylerde bu durumun Helicobacter pylori ile ilişkili olabileceği göz ardı edilen noktalardan birisidir.” bilgilerini aktardı. Bu bakterinin hayatta kalabilmek, çoğalabilmek, mide ve bağırsak dokusuna kolonize olabilmek için insanın elektrolit, mineral ve vitaminlerini kullandığını ve bunların taşınma mekanizmasını hasara uğratabildiğini anlattı. Bu semptomları yaşayan bireylerin kesin tanısı için gastroenteroloji uzmanlarının gerçekleştireceği endoskopik işlemlerle birlikte mide öz suyundan alınan sıvının mikrobiyoloji uzmanları tarafından incelenmesi, üre-nefes testi ve dışkıda antijen arama testleri yapılması gerektiğini belirtti.

“Kan testini önermiyoruz”

İpek Ada Alver, bazı durumlarda kanda Helicobacter pylori’ye özgü antikorların taranmasına özgü yapılan testler olsa da genellikle yanlış negatif sonuçları alınabildiği için önermediklerini dile getirdi. Tedaviye ise öncelikle beslenme düzeni değiştirilerek başlanması gerektiğini söyleyerek, “Mide koruyucu ile birlikte kişiye özgü olarak antibiyotik tedavisine devam edilmeli. Hastalığın seyri gözlemlenmeli.” dedi.

Türkiye’de yaygın görülüyor. “Acı, baharatlı ve fast food tarzı beslenmeden uzak durun”

İpek Ada Alver, Türkiye’de yaygın olan beslenme alışkanlıklarının bu bakterinin bazı bölgelerde daha sık görülmesine yol açtığını belirtti. Alver’e göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Marmara Bölgesi, bu enfeksiyonun en sık rastlandığı yerler arasında bulunuyor.

Beslenme alışkanlıkları risk faktörü

Acı, baharatlı, yağlı ve asitli gıdaların yanı sıra fast food tüketiminin, mide asiditesini artırarak Helicobacter pylori’nin mide mukozasına tutunmasını ve çoğalmasını kolaylaştırdığına dikkat çeken Ada Alver, şu uyarılarda bulundu:

  • Prebiyotik ve probiyotik tüketimi ile bağırsak mikrobiyotasını güçlendirin.
  • Sindirim dostu gıdalar tercih edin.
  • Ağız ve el hijyenine özen gösterin.
  • Kontamine gıdaların denetlenmesi önemlidir.

Ayrıca, aşırı ilaç ve bilinçsiz antibiyotik kullanımının hem mide asiditesini artırdığını hem de bakterinin antibiyotiklere direnç geliştirmesine yol açtığını vurguladı. Gereksiz ilaç kullanımından kaçınılması gerektiğinin altını çizdi.

Çocuklarda Korunma Yöntemleri

Dr. İpek Ada Alver, son olarak çocukluk çağında bu bakteriden korunmanın önemine dikkat çekerek şu önerilerde bulundu:

  • Oral kontaminasyonu azaltma: Emzik ve biberonların hijyenine özen gösterin.
  • Anne sütü alımı: Prebiyotik ve probiyotiklerle desteklenen ek gıda sürecine dikkat edin.
  • Hijyen eğitimi: Çocuklara el ve tuvalet hijyeni alışkanlıkları kazandırılmalı.

Bu basit önlemlerin, özellikle çocuklarda gastrit ve Helicobacter pylori’nin neden olduğu diğer mide sorunlarından korunmada etkili olacağını ifade eden Ada Alver, enfeksiyonun önlenmesinde bireylerin bilinçlendirilmesinin hayati önem taşıdığını vurguladı.

Emir Can İğrek, 2024’ü Gözyaşlarıyla Kapatıyor!

0

Son dönemde arka arkaya çıkardığı şarkılarla müzik listelerinin zirvesine yerleşen Emir Can İğrek, üretim hızını kesmeden devam ediyor. 2024’ü yepyeni bir şarkıyla kapatmaya hazırlanan başarılı sanatçı, hayranlarına unutulmaz bir yeni yıl hediyesi sunuyor. Hypers Music etiketiyle yayınlanan “Bir Gün Ölürsem”, İğrek’in müzikseverlerle buluşturduğu en son eseri olarak dikkat çekiyor.

Sözü ve bestesi Emir Can İğrek’e, düzenlemesi ise Yiğit Avcı’ya ait olan “Bir Gün Ölürsem”, pop ballad türünde içten ve duygusal bir ayrılık ağıtı olarak öne çıkıyor. Piyano ve yaylı enstrümanların melankolik uyumuyla dinleyicileri etkileyen şarkı, İğrek’in derin ve anlamlı söz yazma yeteneğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Duygusal yoğunluğu ve dokunaklı yapısıyla dinleyicileri derinden etkileyen şarkı, müzikseverler arasında şimdiden büyük ilgi topladı.

Cenan Çelik’in yönetmenliğinde çekilen şarkının klibi de müziğin taşıdığı derin, duygusal dünyayı sinematografik olarak güçlendiren etkileyici sahneler içeriyor. Klibin görselliği, şarkının melankolik atmosferiyle kusursuz bir uyum yakalayarak dinleyicilere hem işitsel hem de görsel bir şölen sunuyor.

Aleyna Tilki, ‘Bekleyenim’ ile kariyerinde yeni bir dönemin kapılarını aralıyor

0

Aleyna Tilki, yeni şarkısı ‘Bekleyenim’ ile müzikal kariyerinde yeni bir dönemin kapılarını aralıyor. Genç yaşta büyük bir çıkış yakalayan sanatçı, artık daha olgun ve yetişkinliğe doğru adım adım ilerleyen bir çizgide. ‘Bekleyenim’ şarkısı hem sözleri hem de müziğiyle Aleyna Tilki’nin kişisel dönüşümünün bir yansıması niteliğinde.

Pop müzikten biraz daha rock’a kayan bir tarzla dinleyicinin karşısına çıkan ‘Bekleyenim’, aynı zamanda Aleyna Tilki’nin yakında çıkacak albümünün de habercisi. Rock-pop türündeki bu şarkı, sanatçının yalnızca müzikal anlamda değil, görsel dünyasında da yeni bir yöne ilerlediğini gösteriyor. Klipte Berlin’de yaşayan ünlü yönetmen Osman Özel ile çalışan Tilki, farklı bir estetik anlayışını da müziğiyle buluşturuyor.

Aleyna Tilki, kış sezonunda sevenlerini duygusal bir yolculuğa çıkarmaya hazırlanıyor. “Hep birlikte ağlamaya hazır olun” diyen genç sanatçı, ‘Bekleyenim’ ile dinleyicilerini derin hisler ve güçlü melodilerle buluşturmayı amaçlıyor.

“E-Devlet Kapısı 66 Milyon Kullanıcıyla Dünyanın En Büyük Dijital Devlet Hizmetlerinden Biri Haline Geldi”

0

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu, e-Devlet Kapısı’nın 22 hizmetle başlayan yolculuğuna 16’ncı yılında 8 bin 316 hizmetle devam ettiğini belirterek, “e-Devlet Kapısı bugün itibarıyla bin 79 kuruma ait 8 bin 316 işleme ve 66 milyon 683 bin 837 kullanıcı sayısına ulaştı. 15 yaş üstü her 100 kişiden 96’sı şu anda e-Devlet Kapısı abonesi.” dedi.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Türkiye’nin dijitalleşmesi ve kamunun dijital yapıya geçiş sürecinin önemli araçlarından olan e-Devlet Kapısı’nın Bakanlık uhdesinde Türksat AŞ tarafından kurulduğunu anımsattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 18 Aralık 2008’de açılışı gerçekleştirilen e-Devlet Kapısı’nın 16’ncı yılının kutladığına işaret eden Uraloğlu, hizmete alındığı günden bu yana bürokraside hizmet anlayışının hızlandırılarak, bürokrasinin tarihe karıştığının altını çizdi.

Bakan Uraloğlu, vatandaşların artık devletle olan işlerini uzun kuyruklarda beklemeden yaptığına işaret ederek, “e-Devlet Kapısı bir hizmet olmanın ötesinde bizlere katılımcı, paylaşımcı ve etkileşimli bir vatandaş-devlet ilişkisi kurulmasına ön ayak oldu. Devlet tarafından vatandaşlara sunulan hizmetlerin kalitesini yükseltiyor, kamu hizmetlerinin daha hızlı ve kolay şekilde bireylere ulaştırılmasını mümkün kıldı. Hatta, e-Devlet daha verimli hizmet ve demokratik bir yönetişim anlayışını da güçlendirdi. Bir taraftan vatandaşlarımızın yaşam kalitesini artırırken diğer taraftan da toplumun dezavantajlı kesimlerine ulaşılmasına ve sosyal gelişmenin ileri düzeylere taşınmasına katkı sağladı” dedi.

15 Yaş Üstü Her 100 Kişiden 96’sı e-Devlet Kapısı Abonesi

Bakan Uraloğlu, 16 yıl önce e-Devlet Kapısı’nın 22 hizmetle göreve başladığını anımsatarak “devletin kısa yolu ‘türkiye.gov.tr”nin bugün itibarıyla bin 79 kuruma ait 8 bin 316 işleme ve 66 milyon 683 bin 837 kullanıcı sayısına ulaştığının altını çizdi. e-Devlet kullanıcısı olabilecek 15 yaş üstü her 100 kişiden 96’sının şu anda e-Devlet Kapısı abonesi olduğunun kaydeden Uraloğlu, “e-Devlet hizmet kullanım istatistikleri göz önüne alındığında gerek kamu kurum ve kuruluşlarına gerekse vatandaşlara masraf teşkil edebilecek pek çok süreci de ortadan kaldırdı. Vatandaşlarımız ve devletimiz için hizmetlerde zaman, yol, evrak ve daha nice gider kalemi artık ortadan kalktı. Her yıl milyarlarca liralık tasarruf da sağlandı. Her gün 11 milyona yakın kullanıcı girişi olduğunu düşünürsek vatandaşlarımız için ne kadar önemli bir hizmet olduğu da ortaya çıkıyor” diye konuştu.

“Sadece Yılın İlk 11 Ayında 4 Milyar Giriş Yapıldı”

e-Devlet Kapısı’na katılımın her geçen yıl daha hızlı artış gösterdiğine dikkati çeken Uraloğlu, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki yeniliklerin, ekonomik ve sosyal yaşamın her alanında etkili olduğunu vurguladı. 2021 yılında hizmete giriş sayısının 3,1 milyar olduğunu hatırlatan Uraloğlu, 2024 yılının 11 ayında da 4 milyarı bulduğunu anlattı.

Uraloğlu, e-Devlet Kapısı ile vatandaşların devletle olan işlerini bilgisayar ya da telefonları üzerinden yapar hale geldiğini belirterek, “İnsanımızın artık kamu kurumlarını kapı kapı dolaşıp belge toplama gerekliliğini ortadan kaldırdı. Vatandaşlarımız neredeyse tüm işlerini artık hiçbir belge toplamadan e-Devlet Kapısı üzerinden yapabiliyor hale geldi. Yaşadığı ilden farklı bir ildeki üniversiteye kayıt yaptıracak öğrencilerimiz ve yakınları, seyahat etmek ve konaklamak zahmetinden kurtulmuş oldu” dedi.

Bakan Uraloğlu, düzenli olarak yürütülen “e-Devlet Kapısı Memnuniyet Anketi” sonuçlarına göre, vatandaşların yüzde 95’inin “türkiye.gov.tr”yi memnuniyet ve beğeniyle kullandığının altını çizerek, “Avrupa Komisyonunun e-Devlet Kıyaslama Raporu’na göre de ülkemiz, e-Devlet uygulamalarında Avrupa Birliği ortalamasının üzerinde bir skor ile ‘Çok Yüksek e-Devlet Gelişmişlik Endeksine Sahip Ülkeler’ kategorisinde yer alıyor. Hatta ülkemiz 2024 yılında 21 sıra birden yükselerek, en fazla ilerleme kaydeden ülke oldu” dedi.

En Çok Kullanılan Hizmet, SGK Tescil ve Hizmet Dökümü

Uraloğlu, e-Devlet Kapısına bu yıl 11 ay içerisinde 4 milyara yakın hizmet alındığını, bu kapsamda en çok kullanılan hizmetin ise yüzde 23,64 gibi büyük bir oranla “SGK Tescil ve Hizmet Dökümü/İşyeri Unvan Listesi” olduğunu belirtti. “Araç Plakasına Yazılan Ceza Sorgulama” hizmetinin de yüzde 10,02 ile ikinci sırada yer aldığını bildiren Uraloğlu, “Bu yıl özellikle ‘Sosyal Güvenlik Kurumu Normal Şartlarda Ne Zaman Emekli Olabilirim’ hizmeti de en çok kullanılan hizmetler arasında yer aldı. Vatandaşlarımız, e-Devlet Kapısı’ndan aldığı hizmetin yüzde 9,43’ünü, yani 400 milyona yakın, ‘Ne Zaman Emekli Olabilirim?’ hizmetini kullanmış. “Çalışma Hayatım” hizmeti yüzde 9,37 ile dördüncü sırada yer alırken Vergi Borcu Sorgulama ve Ödeme hizmeti yüzde 9,15 ile beşinci oldu” dedi.

“Dost ve Kardeş Ülkelerin Dijital Devlet Altyapısını Kuracağız”

Bakan Uraloğlu, e-Devlet Kapısı’nın 66 milyon 700 bine yakın kullanıcı sayısıyla dünyanın en büyük dijital devlet hizmetlerinden biri haline geldiğinin de altını çizerek “Türkiye’nin en büyük markalarından biri haline gelen ve altyapısı Türksat tarafından kurulan bu sistem, artık dünyanın gıptayla baktığı bir yapıya kavuştu. Bu kapsamda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin e-devlet altyapısını kurduğumuz gibi dost ve kardeş ülkelerin de dijital devlet altyapısını Türksat eliyle kurmayı amaçlıyoruz. e-Devlet’i öncelikle gönül coğrafyamızdaki ülkelere ihraç etmeyi planlıyoruz. Hatta inanıyorum ki yakın zamanda dünyanın dört bir yanına ihraç ederek Türkiye’nin dijital hizmet ihracatını da önemli oranda artıracağız” diye konuştu.